Çocukluğumda oyuncaklarımı kendim yapardım. Zaten o yıllarda isteseniz de oyuncak bulamazdınız. Dünyada bir oyuncak sanayi olduğunu, ancak Kore’ye gidip gelen askerlerin getirdiği oyuncakları görünce anlamıştık. Beş yaşlarındaydım, dokuz yaş büyük ağabeyimden esinlenip cam üstüne suluboya resim yapıyor, büyüklerimin takdirini kazanıyordum. El becerisi isteyen işler bana çok keyif veriyordu. Zamanla maharetim daha da arttı.
Saatle tanışıklığım ise ortaokul yıllarında başladı. Yakın bir arkadaşımın babasının mahallemizde saatçi dükkânı vardı. Arkadaşım tatillerde babasının yanında çalışırdı. Meraklı olduğumu bildiklerinden, “Gel bize yardımcı ol, sana da yapacak bir şeyler buluruz” dediler. Böylece saatçilik sevdası başlamış oldu.
Birkaç yıl içinde değişik yerlerde, başka başka ustalarla çalıştım, deneyim edindim. Beş, altı yıl sonra, birçok ustanın “usta” dediği hale gelmiştim. 1974’te Wolfgang Meyer'in ustaları arasına katıldım. Oradan emekli oldum.
Mesleğimizin inceliği uğraştığımız makinelerin çok küçük makineler oluşundan ileri geliyor. İşaret parmağınızın tırnağı yarı çapında, üstelik otomatik bir saati söktüğünüzü düşünün. Ortalama 80 parçadan oluşan makineyi nefes vermeden, paslanmaması için parmak izi bırakmadan sökeceksiniz. Benzin ile ön temizlikten geçirip, tekrar benzin banyosu yaptırıp, nem oranı 0.004 / binde dört olan özel yağlarla yağlayıp, en ufak toz kondurmadan toplayacaksınız. Ayar verip kapatacaksınız. Evet, ince iş değil mi? Üstelik bu anlattığım parça tamiri bile yapılmamış, düz bir saatçilik. Parça tamiri ise çok daha zor iştir.
Bu iş, sevmeyenin, sabırsız olanın işi değil.
Şimdi bir arkadaşım Necdet Usta ile beraber kule saati, bina saati, meydan saati gibi büyük saat makineleri yapıyoruz. Ama yine de bir ayağım Meyer'de.